Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en ilkesiz, en eşitsiz ve en tartısız seçimlerinden birini dün gece geride bıraktık.
Recep Tayyip Erdoğan, Millet İttifakı Lideri Kemal Kılıçdaroğlu karşısında aldığı yüzde 52.16 oyla Türkiye’nin 13. Cumhurbaşkanı seçildi.
Erdoğan’ın aldığı 27,73 milyon oya karşılık Kılıçdaroğlu 25,43 milyon oy aldı. Oy farkı 2,29 milyon oldu. Erdoğan Türkiye’nin bir küçük şehrinin oyu kadar oy farkıyla yine ülkeyi sonsuz yetkilerle yönetecek. Erdoğan 21 yıllık iktidar halkasına 5 yıl daha ekleyip sonunda 27 yılı tamamlamış olacak.
Seçim sonuçlarını etkileyen en önemli gelişme ise Erdoğan’a yurtdışından gelen 1.144.172 oy ile Türkiye’de el altından vatandaş edilen ve sayıları büyük sır gibi saklanan yabancı seçmen. Ev alana vatandaşlık hediye edilmesi sanırım kan ve vefa kokulu Türk tarihi boyunca şehit ve gazilerimize yapılmış en somut hakaret. Suriyelilerin beraberinde Ortadoğu, Orta Asya ve Afrika’dan gelenlerin el altından vatandaş edildiği haberleri ise artık şehir efsanesini geçmiş durumda. Yaşadığım şehirde bile oy karşılığında 30 bin liraya vatandaşlık satıldığını bizzat duydum. Artık düşünün ki 30 bin liraya kadar düşmüşüz.
Medya ve iletişim okuyup mesleki hayatımın çok önemli bölümünü medyanın çeşitli kollarında geçirmiş biri olarak medyanın bu iktidar döneminde en çok kirletildiği alan olduğunu bizzat yaşadım, gördüm. Dördüncü kuvvet olarak bildiğimiz medya artık uzun süredir iktidarın sopasına dönüşmüş durumda.
Millet İttifakı’nın kıl payı denilecek bir oranla seçimi kaybetmesinde en önemli nokta da tabi ki medyada yapılan asılsız haberler, cevap hakkı tanımayan iftiralar.
Erdoğan’ın miting alanlarında gösterdiği Kemal Kılıçdaroğlu’nun Haydi ile başlayan seçim videosuna montajla eklemlenen terör örgütü lideri Karayılan’ın görüntüleri milyonlara gerçekmiş gibi anlatıldı. Bu görüntüler iktidar medyasındaki programcılar tarafından da yalanlanmayarak iftira medya eliyle kitleselleştirildi. Özellikle bu montaj videosu seçmen üzerinde derin iz bıraktı. Seçimin kaybedilmesinde ana akım medyaya sadık milliyetçi seçmen üzerinde çok etkili oldu.
Ödediğimiz vergilerle büyüyüp ayakta duran devletin kanalı TRT ise artık devlet kanalı olmaktan çıkıp parti yayın organına dönmüş durumda. Öyle ki TRT’nin 1 Nisan 2023 – 1 Mayıs 2023 tarihleri arasında Erdoğan’a ayırdığı süre 32 saati geçerken; Kılıçdaroğlu’na sadece 32 dakika yer verilmiş. İçeriğine hiç girmiyorum bile. O da ayrı bir algı manipülasyonu.
AKP’nin kendi medyasını kurması 1994 yılına dayanıyor. Kanal 7 televizyonu, 1994 yılında dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından 8 iş ortağıyla beraber kuruldu. Ondan önce ise AKP, 1993 yılında kurulan Samanyolu TV’nin propaganda yayınları ile güç kazandı. AKP medyası, 2007 yılında Sabah ve ATV gibi devasa mecraları içeren Ciner Grubuna 2007 yılında TMSF tarafından el konulması ile taçlandı. İkinci vuruş ise 2018 yılında Kanal D, CNN TÜRK ve Hürriyet gibi etkin yayın organlarını barındıran Doğan Grubu’na yapılan satış operasyonu ile oldu. Bununla birlikte Kanal 7, Ülke TV, Beyaz TV, TV NET gibi adı sanı AKP propagandası içeriklerle bilinen irili ufaklı kanalların 21 yıl boyunca iyice palazlanması ile perçinleşti.
Artık AKP medyası öyle bir hal adı ki 12 Mayıs 2023 gecesi, Recep Tayyip Erdoğan'ın konuk olduğu Seçim Özel Yayını aynı anda tam 24 kanalda (TRT1, TRT Haber, TRT Avaz, TRT Kurdi, TRT Türk, Kanal D, ATV, A Haber, A Para, A2, Star TV, Kanal T, Ülke TV, TV Net, Beyaz TV, TV100, NTV, TGRT, CNNTürk, HaberTürk, 24TV, HaberGlobal, BengüTürk ve 360 TV ) canlı olarak yayınladı.
Medyanın gücü yadsınamaz. Gazeteciliğin en temel ilkesi olan tekzip ve cevap hakkının bile iftiraya yenik düştüğü bir ortamda özgürlükten, çok seslilikten ve demokrasiden bahsedemeyiz.
Türkiye’de her ne kadar sosyal medya son 10 yıldır varlığını gösterse de bugün bile geldiğimiz noktada seçmen sayısının 64 milyonu bulduğu bir ülkede Twitter ve Youtube’daki paylaşımların izlenme sayıları ortalama 4-5 milyonu geçemiyor.
AKP’nin oy potansiyeli olan seçmen kitlesinin %80’i eğitim seviyesi düşük, dar gelirli ve daha çok geleneksel medya dediğimiz ana akım medya kanallarını takip etmekte. Eğitim ve kültür seviyesi düştükçe medyada manipule edilme ivmesi de doğru orantılı olarak yukarı çıkıyor. O yüzden bu kitleye CHP Genel Başkanı’nın olduğu bir videoya terör örgütü liderinin görüntüsünü montajla eklediğiniz zaman sorgusuz sualsiz “Türkiye’nin ana muhalefet partisini terör örgütü ile işbirliği yapıyor” yalanına inandırmanız çok da zor olmuyor.
Türkiye’de görmezden gelinen en büyük tehlike Suriyeliler ile birlikte başlayan ve açık kapıyı bulunca eklemlenen Afganistan, Pakistan, Irak, İran, Libya, Fas, ve Afrika’nın farklı bölgelerinden yığınla gelen düzensiz göçmen sorunu. Bugün Erdoğan kılpayı seçildiyse vatandaş edilen bu devşirme üçüncü dünya seçmeninden gelen oylar sayesindedir. O da yetmedi. Ev alana vatandaşlık hediye edilmesi bu şekilde devam ederse 5 yıl sonra beklentim en az 5 milyon kadar devşirme 3. Dünya seçmeninin geleceğimiz hakkında karar verici hale gelmesidir. Demokrasi nedir bilmeyen, diktatörlük rejimleri altında kul olma psikolojisi içinde yaşayan, çatışmaya açık, eğitim ve kültür seviyesi düşük bu kitle Türkiye’yi Türkiye yapan kadim Anadolu kültürünü de param parça etmekte, Atatürk’ün kurduğu modern Cumhuriyetin kalbine hançer saplamaktadır. Öyle ki artık kadınlarımız, kızlarımız metropollerde istedikleri gibi giyinip dolaşamamakta, gece belli saatten sonra tek başına sokağa çıkamamakta. Kadınların özgürlüğü kasıtlı olarak kamusal alanda baskı unsuru yapılarak budanmaya çalışılmaktadır.
AKP’nin kutlu davası, sözde Türk milliyetçisi Devlet Bahçeli’nin can simidi vermesiyle güzel ülkemiz Türkiye’yi küçük bir Osmanlı Devletine çevirmiştir. Ortadoğu ve Afrika’nın hemen hemen her yerinden gelen eğitim ve kültür seviyesi düşük, ne idüğü belli olmayan 15 milyon, Anadolu’ya çil yavrusu gibi dağılmış, iş yerleri merdiven altı göçmen köleciliğine dönüşmüş, mahallerimiz gettolaşmaya esir edilmiştir.
İmparatorluğun çöküş dönemindeki dış borçları andıran ekonomik tablo ise Türkiye’nin bir diğer kırılım noktası olmuştur. Ekonomist Mahfi Eğilmez’in Mart 2023’teki tespitine göre 2023 yılında yaklaşık 190 milyar dolarlık bir dış finansman açığı vardır. Merkez Bankasındaki dövizler eksi rezervi gösterirken AKP’nin çıkış yolu için hangi dağı ya da gölü satacağı ise henüz belli değildir.
Modern kesimin her gün acı çektiği, konserlerin yasaklandığı, tweet atanın gözaltına alındığı, üniversitelerin parti teşkilatına döndüğü, KPSS sorularının çalınıp başarılı öğrencilerin ise hiçbir tarikata üye olmadığı için elendiği, fırsat eşitliğinin sadece parası ya da dayısı olana tanındığı çok zor günlerdeyiz.
Bu tabloda en mutlu olanlar dünün ezilenleri. Düne kadar sırf başı örtüsü olduğu için üniversitelere alınmayanlar, temizlikçilik dışında başka bir işe layık görülmeyenler bugün başı örtüsüyle toplumun en yüksek kademelerini doldurmuş durumdalar. Geçmiş yılların siyasi hatalarını düzeltenler bugün tam tersini yaparak bu kez başı açık olana yaşam alanı bırakmamak için ant içmiş durumdalar. Özellikle 2023 Cumhur İttifakına mihenk taşı olan HÜDAA-Par ve Yeniden Refah gibi köktendinci partilerin en büyük vizyonu kadın haklarını törpüleyip, laik eğitim sistemini zayıflatmaktır. Yeni kabine kurulduktan sonra Erdoğan bu yönde önemli adımlar atarsa işte o zaman gerçekten küçük Osmanlı Devleti olacağız. Geriye sadece halifeliği ilan etmek kalacak ki o da fiilen ilan edilmiş gibi.
Seçimlerden önce Erdoğan’ın yatsı namazında Ayasofya ve Eyüp Sultan Camilerini miting alanına çevirmesi ve camide “Tekbir Allahu Ekber, Zafer Allahu Ekber, Gazamız Mübarek olsun” gibi sloganlar attırıp bunu da internet ve TV’den canlı yayınlatması hatta Erdoğan’ın namaz kılarken secdeye yattığı anın fotoğrafının basına servis edilmesi plansız olmasa gerek. Hepimiz biliriz ki ibadet kul ile Allah arasındadır. Camiler hiçbir siyasi partinin merkezi değildir. Kutsal mekanlar dini içinde istediği gibi yaşayan herkese eşit mesafede duran sabit alanlardır. Bunun dışına çıkmak aynı Orta Çağ Avrupa’sında olduğu gibi ibadethanelerin giderek siyasallaşmasına hatta mezhep ayrımcılığının merkezleri olmasına yol açar.
Uzun lafın kısası kutuplaşan seçmenin yarısının sabrını zorlayan, yaşam alanını daraltan bir dönemin daha başındayız. Kimilerine göre geçmek bilmeyecek 5 yıl kimilerine göre ise her türlü hakaretin suç sayılmadığı sonuna kadar ayrıcalıklı bir 5 yıl.
Erdoğan 15 milyon kaçağı vatandaşlığa alırsa hiçbir vaatte bulunmadan hatta miting bile yapmadan bir sonraki seçimi de çok rahatlıkla alacaktır. O zaman ne 2000’lere kademe, ne enflasyonun düşmesi, ne eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması, ne depreme dayanıklı kentlerin dönüşümü, ne yargı reformu, ne tarımda kendine yetebilme, ne kalifiye beyin göçü, ne giden hekimler, ne atanamayan öğretmenler, ne veterinersiz-zıraatçısız - öğretmensiz köyler, ne işsizliğin çözümü, ne orta kesimin eski refah seviyesine geri dönmesi, ne gelir dağılımındaki eşitsizlikler…
Türkiye’nin hiçbir sorununu çözmeye gerek kalmaz. İdeolojik takıntılar ve buna bağlı gelen mevki ve makam hırsları, başı örtüsüne özgürlük, ümmet olma bilinci dönüştürülen toplumun en hayati karar noktaları olur.
Türkiye’nin nereye götürülmek istendiğini artık anlamak için müneccim olmaya gerek yoktur.
Gülten Mert