1 Haziran 2021 Salı

Salya sümük İstanbul

Doğup büyüdüğüm, gençliğimi, üniversite ve iş hayatımı geçirdiğim, içinde demlenip kendimi bulduğum İstanbul ömür çizgimle paralellik taşıyor.

Yaş aldıkça İstanbul'un nasıl kalabalıklaştığına, yeşil alanlarının nasıl talan edildiğine, betona gömülüşüne, kültür sanat yaşam alanlarının/eğlencesinin nasıl bitirildiğine bizzat tanıklık ettim. İstanbul'un uğradığı bu tecavüzü ancak yaşayan bilir.

İstanbul'un son 25 yılına baktığımızda sırasıyla 1994 yılından itibaren Refah Partisi, Fazilet Partisi ve 2002 yılından 2019 yılına kadar da  AK Parti tarafından yönetildiğini görüyoruz.

Son 25 yılda İstanbul'un nüfusu neredeyse ikiye katlanmış. 1995'te 9 milyonluk bir şehir olan İstanbul, bugün 18 milyonu zorluyor. Pandemi nedeniyle ilk kez geçtiğimiz yıl göç verip 56 bin 815 kişi eksilse de önümüzdeki yıllarda bu artışı önlemek için alınan herhangi bir tedbir görünmüyor. Özellikle bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın TRT'de açıkladığı üzere Kanal İstanbul'a 250 bin yeni konut yapılacakmış. Sadece Kanal İstanbul için şimdiden 1 milyonluk bir nüfus artışından bahsedebiliriz.

AK parti tarafından ortaya konulan inşaata dayalı büyüme ekonomisi İstanbul'un konut stoğunu hesapsızca arttırırken nüfusunu da sürdürülemez bir hale getirdi. Devlete ait araziler TOKİ eliyle inşaat firmalarına verilirken, yüksek katlı imar planlarıyla da özel mülkiyete kayıtlı arsalar bir anda mantar gibi patlayan inşaatlarla  beton kulelere dönüştü. Özellikle Tarihi Yarımada'nın dışında kalan Avrupa Yakasında Bahçeşehir, Başakşehir, Beylikdüzü, Arnavutköy Anadolu Yakasında da Kartal, Tuzla, Pendik, Çekmeköy, Ataşehir gibi kenar ilçelere yapılan yüksek katlı binalar kentin trafiğini de çekilmez hale getirdi.


Bu süreçte Tarihi Yarımada dediğimiz kadim İstanbul'daki eski yapılar bir türlü yenilenemezken şehir sürekli Doğu, Batı ve Kuzey çeperlerinden genişledi. Sur dışından başlayarak yeni imar planlarıyla Zeytinburnu, Bağcılar, Esenler, Beşiktaş, Şişli gibi ilçelerdeki yeni kat artışlarıyla büyük rezidence'ların önü açıldı.

Artan konut sayısına paralel yeni yollar ne yazık ki yapılmadı. Şehirde ana arter dediğimiz iki yol E5 ve TEM yıllardır şehrin tüm yükünü çekiyor. Mevcut yollar bundan 20 sene öncesinde sadece iş gidiş ve dönüş saatlerinde yoğun olurken şimdi günün hemen her saatinde çekilmez bir trafiğe sahip. 

İstanbul sahilleri artık kanalizasyon havuzuna dönmüş durumda. Prof. Dr. Mustafa Öztürk'ün geçtiğimiz günlerde verdiği bir demece göre ne yazık ki evsel ve endüstriyel atık sular ileri kademe arıtma yapılmadan denize veriliyor. İstanbul'da Marmara Denizi'ne günlük ortalama 2,5 milyon ton evsel atık su deşarj ediliyor.

Ve denizin çığlığı  Marmara'nın hemen her yerinde deniz salyası olarak kendini göstermeye başladı. Uzmanlar tarafından cesedin çürümesi olarak nitelendirilen deniz salyası (müsilaj)  Marmara’da kirlenmeden kaynaklanan tür çeşitliliğinin azalması ve kirliliğe dayanabilen türlerin fert adetlerindeki patlamalardan kaynaklanıyor. Oldukça yapışkan bir madde olan deniz salyası denizdeki balık yumurtalarının, larvaların, hareket edemeyen midye ve istiridye gibi canlıların üzerine çöküp oksijenlerini kesip beslenmelerini engelliyor. Uzmanlara göre deniz salyasının bıraktığı hasar en erken Ağustos ayı gibi ortaya çıkacak.


Deniz resmen "Ölmek üzereyim" diye haykırırken idareciler kulaklarını tıkamayı tercih ediyor. Bugün CHP İstanbul Milletvekili Ali Şeker'in Marmara Denizi'ndeki müsilaj (deniz salyası) sorununun araştırılması için verdiği önerge AKP ve MHP oylarıyla reddedildi. Çevre sorunlarına bu kadar duyarsız olmak, önemsememek ve bu nedenle kaybettiğimiz her dakika ilerleyen yıllarda hepimizin hatta gelecek nesillerin sağlığı ve refahı için büyük tehdit oluşturuyor. Verdiğimiz oylarla ve vergilerle o koltuklarda oturup bu kadar duyarsız olmak anlaşılır birşey değil.

Küresel iklim değilikliği su sorununu da beraberinde getiriyor. Bugün İstanbul barajları çevre illerden taşınan sularla doluyor. Kanal İstanbul projesi hayata geçerse İstanbul'un önemli doğal su kaynaklarından Sazlıdere Barajı ve Terkos Gölü devre dışı kalacak. Toprağın tuzlanmasıyla birlikte mevcut yeraltı suları da tuzlanma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak. 

Geçtiğimiz Aralık ayında İstanbul'daki barajlardaki su oranı % 21'di.Yılbaşından sonra yağan yağışlarla barajlardaki su oranı bugün itibariyle % 75'e ulaştı. Ama o yağışlar yağmasaydı bugün Ankara'da olduğu gibi % 20'lerde kalabilirdik. Sıcak ve kurak geçen bir yaz mevsimi ve yağışsız geçen bir sonbaharla birlikte çok sıkıntılı bir sürece girebilirdik. Ki bundan sonra bunun olmayacağının da bir garantisi yok. Değişen yağış rejimleri artık İstanbul'u bu haliyle sürdürülebilir kılmıyor.

Çevre konusunda toplumsal bilincimizi kaybediyoruz. Sesimizi duyuramıyoruz. Duymak istemiyorlar. Ülke toprakları, ormanlar, denizler, ırmaklar, kentler gözümüzün önünde kayıp gidiyor.

GÜLTEN MERT






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder